29 Kasım 2015 Pazar

2015-2016 SERGİ SEZONU SERGİ TARİHLERİ

ŞERİF KİNO 17-30 EKİM 2015

BAŞAK TİRYAKİ NAKİP 31 EKİM-13 KASIM2015

SERKAN VAROL 14-27 Kasım 2015

HALİS KARAKURT 28 KASIM-11 ARALIK 2015

ERAY ÖZCAN 12-25 ARALIK 2015

YENİ YILA MERHABA KARMA SERGİ

RÜSTEM ERSÖZ 9-22 OCAK 2016

IŞIL DURAL 23 OCAK-5 ŞUBAT 2016

ARTİN DEMİRCİ 6-19 ŞUBAT 2016

ÜMİT ERZURUMLU 20 ŞUBAT-4 MART 2016

ESER GÜRAY 4-18 MART 2016

ZEHRA BAŞARAN 19 MART-1NİSAN 2016

MESUT EREN 2-15 NİSAN 2016

MİNE KAVALA 16-29 NİSAN2016

ARZU KILIÇDOĞAN 30 NİSAN-13 MAYIS 2016

BAYRAM GÜMÜŞ 14-27 MAYIS 2016

SEZON FİNALİ 28 MAYIS 10 HAZİRAN 2016

SICAK SAHİLLER ÇEKİYOR ARTIK 11 HAZİRAN

28 Kasım 2015 Cumartesi

İKSV Bienal 2015 Hakkında Bir Yazı - Zeynep Yıldırım


Bir derdim var 

(-dünyayla bir derdimiz mi vardı?
-dünya vardı.
-ama dünya kadar mıydı?
belki derdimizle dünya vardı...)

Benim bir derdim var, dünyada var. 
bir iç sıkıntısı bu. Dışındakine  alışamayan, içindeki dünyanın dışındakine olan mesafesi ve arasındaki dialoğun ilişkisi ters orantılı sanırım.
Ve bu bir çelişki olmalı.
Çelişki bir nebze coğulluksa bu durumda, (ikircikli bir hal var ya) derdimle konuşayım dedim, ağırlığımdan arınayım, hafifleyeyim. Gittim kitaplar okudum, resimler gördüm, filmler izledim.
Sanat dediler, sanatçı onlar; yaratabilenler ve bilenler bilmeyenlere anlattı.
Gençtim ve dedim ki kendi kendime, bir iç sıkıntısı olan tek ben degilim. Bir derdi var bu filimlerin, bu kitapların resimlerde çizgilerin.
Sanat bana iyi arkadaş olur yalnız değilim, "Sanat" dedikleri böyle bir şeyse iyi bu, ne iyi. 

Hadi düşünelim

Sanat üzerine cok ciddi seyler mi söyleyeceğiz, hayır ciddi söylemeyeceğiz, konuşacağız. Bakmayın lafımdaki çoğulluğa, ben tek başıma konuşurum, alışkanlığım böyle. Konuştuğumda kendimle, bir çoğulluk yanılsamasına düşerim. 
Kendi kendime gülümsediğimde olur, öfkelendiğimde, sorguladığımda kendimi bazen.
Nerede kalmıştık? 
Düşünüyorum, özgürüm.

Sanat dedikleri belkide tarihçilerin kendilerine bir "tarihler labirentinde kuramlar" oyunudur. Belki de sanat; dediklerini yapanlar düpedüz sıkılmış insanlardır. Hayatın geçeceği yok! "hadi bir hayat yaratalım, sıkılmışlığım" halidir.
Olabilir mi?
Kendi, ile girişilmiş bir kavgadır mesela, ya da kayboluş, kayboluşta bulunuş öyküsü gibi mesela, olamaz mı? 

Ama tüm bunlar öğrenilsin için ne gerekliliğindeyiz? Kuramcı ya da bir tarihçi irdelesin, anlatsin bize mi?
Biz, ben; sokaktaki insan son derece sıradan bir günün olağan saatinde "Hadi, dedim. Kalk gidip Bienal" gezelim. İstanbul'da bir "tuzlu su" üzerine yazılar mı, resimler mi, heykel belki, belki başka ne olabilir diyerek Karaköy'deyim. 


"İkaseve", "bienal", "tuzlu su"



Aaa bak ne var? 
İki genç eski taş binanın koridorlarında böyle seslendi birbirine. Salonun köşesinde durup enstalasyonu yapılmış alanı arkalarına alarak cep telefonu ile görüntelenmelerini istedi bir diğer gençten. 
Rum ilkokulunda tüm binanın katlarına yayılmış düzenlemelerinden birinin yanındaydım ben de, tam o sıra.

Sanat arkadaşımdı. Bana bir şeyler fısıldardı. Dolaşıyorum salonları. Bir salonda kemik parçaları büyük bir masanın üzerinde, diğer bir salona geçiyorum. Alçı kartonpiyer çerçeveler dökümü ile dolu zemin, bir diğer salonda yine bir masa üzerinde üst üste kaplı defterlerden dağ formu oluşturulmuş. Kağıt gemi yapıp iskemleye bırakmışlar yanına.
Sessiz içim. 
Bir yan salonda tamamı karanlıkta bir madenci figürü çalışılmış üç boyutlu. Yukarısına incecik bir ışıkla gökyüzü görüntüsü aks ettirilmiş. Ahşap bir kaideye yatırılmış temsili madenci. Gerçeklikle bir bağ kurmuş bu binadaki belki tek çalışma ancak formun teknik yeterliliği gibi konulara hiç girmeyeceğim.
Nefesim daralıyor.
Tütün deposunda "Ani Sessizliği" adlı bir video gösterimi var. Bir iki salonu ise yine aynı konu ile düzenlemelerle sergili.
Gösterimi izliyorum. Hoş diyor içim. Tümü ile sessiz değil içimdeki. Ancak salonları gezdikçe yine keyifsizleşiyorum. Neydi peki video gösteriminde içimdeki sese "hoş" dedirten; görüntüler Ani harabelerinde, doğanın içinde siyah beyaz çekilmiş ve çocukların çalıların içinde koşturarak kuş seslerini taklit eder hali gerçekliğin yansıması olsa da zihnimde imgeler doğuruyor. İçim konuşuyor böylelikle. Tarihle kurulan bağın bir metinle de bağlamlanarak sunulmasıyla nihayetleniyor. Ama "hoş" diyorum. Yani bu yeterli mi, bir sanat eseri karşısında mıyım emin değilim. Fakat bir sanat eserinin bu kuşkuya yer bırakmayacak denli insanı duvara yapıştıracak sarsılmışlığım da var beri yanda. Ve o yanım huzursuz.
Derin bir uykudayız da Goya'nın Caprichos'u Aklın uyuması canavarlar yaratır isimli çalışmasında mı gezinmekteyiz? 
Akıl uyursa canavarlar uyanabilir saati gelmiş çatmış bir çağda.
Tam da bu hissiyatı resmetmiş sanki bir zamanlar ressam.

Çıkıyorum sokağa. Karaköy, alabildiğine dolu, çıngıllı. Bankalar caddesine doğru iki otelin salonuna rotam, yürüyorum, kış güneşi de var, niyeyse işte yine de nefesim dar. 
Otel görevlisi binanın altında iki odayı gösteriyor. Üst üste yığılmış kontraplak büyük kutular üst üste konmuş. Yüzeylerinde türk çini motifleri biçimli oyuklar var. Işık düzenlemesi oyuklardan gölgeler düşürüyor zemine. Boş kutuların etrafını dolanıp çıkıyorum otelden.
Kutular boş, bir anlam arıyorum. Anlam aranır mı, seni mi bulur?
Anlamı aradığımız yerlerde mi sorun  yoksa? Ya da anlamsız mı, bu kadar basit belki.
...
Nefesim dar. 

"Mış gibi"

Bir yerlerde bir yanlışlık var. Örgüde eksik bir ilmek gibi sırıtıyor. 
Sanatı ve sanatçıyı birbirinden ayrı düşünmek mümkün mü? 
Kavramlar son yirmi yıldır gözlemlediğim; durum ve şartlar hangi gereklilikteyse iktidar olan tarafın bunu bir "piyon" hareketliliğinde kullanıp feda edilebilir taşlar niteliğine indirgediği. 
Sanırım modern çağın güç ile sınavında sanatçının kendi dünyası ile bağ kurması, dünyayı, insanı, çağını irdelerken izleyen ile paylaşım halinde olması kontrol edilebilir olmalı.
Sanatçı ürünler üreten konumundayken bağlı ve bağımlı olması halinde kontrol kimin elinde?
Büyük sanat kuruluşları çatısı sanat'ın yaşadığı yer midir? 
Kavramların tarih ile bağı nasıl seyreltilip içi boşaltılıp yeniden ihtiyaca göre içleri zerkedilebilinir hale gelir, getirilebilir?
Ürünün anlama ihtiyacı yok. 

Ama bir pazar söz konusu ise ve sanatı "pazar" layacaksalar "mış gibi" gibi yapalım dese pazarlayıcılar, "Sokaktaki insan", izleyen a evet o buna inanır, inanır mı?
Sanat'mış gibi ürünler olabilir mi?
Ya da durum şu mudur; "hey siz çağdaş düşünceye uzaksınız, bir üst bilinç ve üst sanat'tan söz etmekte bu yeni yaklaşım. Bizim büyük sanat kuruluşlarımız, sermayemiz, kreatörlerimiz, devasa sosyal medyamız ve ilahi reklam sektörümüz var"
Acaba neleri yok, ona mı odaklanmalı?
...
Nefesi daralınca insan bunalıyor. Karaköy'de İkaseve'nin "tuzlu su" yundan uzaklaşayım biraz nefes alayım dedim. Sahil. Kadiköy'e giden motorların yanaştığı iskelenin arkasındaki dar sokaklara dalıyorum. Bir kaç işportacı, muhabbete dalmış. Dükkanların tepesinden çatılara uzanan iplerden sarkan balıkçı malzemeleri köşedeki hırdavatçının vitrinindeki makinalarla bakışıyor. Eski duvarların yüzeyini rengarenk grafitilerle boyamış kimileri. Sokağı duyumsamak biraz olsun soluk aldırıyor. Bu grafiticileri bir gün bir "sanat organizasyonu" salonunda sergilenir görürsem bir yakınını daha kaybetmiş insanların hüznü beni bulacak. 
Ama şunu biliyorum "sokak" dışarda ve hür. Ve sanırım "sıkılmış"lığın en samimi cümleleri oradan okunabilir, en samimi renkleri oradan tuvallere boyanabilir, ne dersiniz?

Zeynep Yıldırım/ 15.11.2015' istanbul

29 Ekim 2015 Perşembe

15 Ekim 2015 Perşembe

Şerif Kino Basın Bülteni




Ressam Şerif Kino, İstanbul’da bir kişisel sergi gerçekleştiriyor. 17 Ekim 2015 tarihinde Düş Yolcusu Sanat Durağı’nda* açılacak sergi, 30 Ekim’e kadar sürüyor. Sanat eğitimini, 1992 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nde tamamlayan Şerif Kino, Mardin-Kızıltepe’de yaşıyor, sanat eğitimi veriyor ve yapıtlarını genellikle oradaki atölyesinde üretiyor. Ne var ki şimdiye kadar açtığı sergiler, Mardin’den İstanbul’a ve oradan da İsveç’e kadar uzanıyor.

Sanatçının resimleri, yaşamakta olduğu bölgenin sert yaşam koşulları ile doğrudan değil, ama dolaylı biçimde bağlantılar içeriyor. Bu resimler ilk bakışta son derece renkli ve aynı zamanda da insana yaşam sevinci aşılayan bir atmosfer sunuyor. Neresi olduğu bilinmeyen, iç içe geçmiş, yer yer boşluklar ve derinlikler ile durağanlaşmış geniş mekânlar, kullanılan renklerin yakın tonlarda oluşları sayesinde rahatlatıcı, ideal bir yaşam alanı gibi görünse de bir yandan da bu alanda yer alan figürler, izleyiciye tedirgin edici bir duygu veriyor.  

Şerif Kino’nun figürleri birer siluet halinde oldukları için, bunlar kendilerini birtakım küçük mimiklerle ya da çarpıcı yüz ifadeleriyle ortaya koyamazlar; onların ifade olanakları, bir şeyler anlatabilme güçleri yalnızca hareketlerindedir. Örneğin bir araya gelişler, yalnız kalışlar, durmalar, yürümeler, bir yöne doğru akıp gitmeler ya da bazı olağandışı beden aktiviteleri, bu figürlerin karakterlerini eylemler aracılığı ile belirler. Kompozisyondaki kişiler tanımsız, birbirine benzeyen ve neredeyse gizlenmiş gölgelerdir; ama sürekli bir aciliyet içindedirler. Sanki biraz önce çok önemli bir şey olmuştur ya da biraz sonra olacaktır. Ve belki şöyle demek daha doğrudur: Bu figürler, sanki yaşanmış bir olaydan sonra, her an bir şey olacakmış duygusu içindedirler ki izleyiciye de bu duyguyu aynen yansıtırlar.

Öte yandan söz konusu aciliyeti yansıtan ve bu anlamda hep eylem halinde bulunan siluetler arasına, bazı sembol figürler de yerleştirilmiştir. Bunlar kimi zaman bir Don Kişot, kimi zaman bir Şarlo’dur; belki de onlar tuvalde geçen olayı denetleyen ve o olayın seyri karşısında nasıl düşünebileceğimizi, neler yapabileceğimizi ya da bir izleyici olarak hangi konumda bulunduğumuzu, ironik açıdan gösteren işaretlerdir. Kimi zaman da tuvalde yine siluetler halinde nesneler ile karşılaşırız: Bir tank, bir uçak ya da şiddeti, savaşı çağırıştıran diğer şeyler... Bunlar da ilk bakışta o rahatlatıcı, ideal bir yaşam alanı gibi görünen mekânda yerlerini alırlar. Ne var ki Şerif Kino’nun resimlerinde bunlardan hiçbiri, mekânın durağanlığının önüne geçmez, ortalığa rahat kaçırıcı, olağan dışı mesajlar yaymaz. Mekânın yaşam sevincine yönelik atmosferi, bunların tümünü emer ve olası bir karamsarlığı yok eder; oysa bir tedirginliği korumaktan da asla vazgeçmez. 





* Adres: Cemil Topuzlu Caddesi, Hasan Ali Yücel Sokak, No: 2, B Blok, Daire: 3, Çiftehavuzlar- Kadıköy, /  İstanbul.

Telefon: 0216 386 99 03 

1 Ekim 2015 Perşembe

13 Haziran 2015 Cumartesi

23 Mayıs 2015 Cumartesi

11 Mayıs 2015 Pazartesi

ANNEMDEN KALANLAR'ın çağrıştırdıkları






Steril mekanlarda steril yaşamların sergilendiği günümüzün şehir evlerinin aksine, görece dagınıklığı, düzensizliği ve görece yoksulluğu içinde yaşanmışlığı, samimiyeti ve bereketi izleyiciye duyumsatan köy evlerinin içini resmetmiş Türkmen Alkan. Ev içi mekanların betimlendiği bu resimlerin bana bu denli dokunmasının nedenini çocukluğuma yormuştum önce. Erzurum'un o uzun kış gecelerinde tandırlıkta (günümüzün mutfağı), tandırın etrafındaayaklarımızı tandırın içine asaca asarak (sarkıtarak) ısındığımız, birlikte türküler söyleyip, masallar anlatıp dinlediğimiz, birbirimize bilmeceler sorduğumuz günleri getirmişti aklıma. Hayal gücümüzün sınır tanımadığı, muhabettin doruklarına çıktığımız günlerdi o günler.Tandırın hemen üstünde, gökyüzüne açılan genişçe bacasıyla, köşesindeki ocağıyla, duvarlarındaki terekleri,tereklere dizili sahanları ve taslarıyla, duvarlarına asılı elekleri,tavaları, ekmek tahtaları, rapataları, egişleri, süzekleriyle o isli duvarlar belirmişti gözümün önünde.Ateşin, ekmeğin, insan ama özellikle de kadın emeğinin sıcaklığı ve bereketinin yansıdığı yerlerdi tandırlıklar. Bunun bir yansıması olarak Türkmen Alkan, "Annemden Kalanlar" adlı bu resmiyle beraber sergideki bir çok resmini annesinden kalan anılara atfen yapmış. Serginin izleyicide iz bırakmasının bir nedeni de işte bu yaşanmışlık, sıcaklıktan olsa gerek.Yoksa şehirde doğup büyümüş kızımın benzer duygulanımı yaşamasını başka nasıl açıklamak gerek?


Serginin ev sahipliğini ise her şeye rağmen düşlerden ödün vermek istemeyen Düşyolcusu Sanat Durağı üstlenmiş. Sergi 22 Mayısa kadar görülebilir.


Kıymet Erzincan Kına








1 Mayıs 2015 Cuma

Gelecek Sergilerimiz


25 Nisan - 8 Mayıs 2015 Ümit Erzurumlu Resim Sergisi
9 Mayıs - 22 Mayıs 2015 Türkmen Alkan Resim Sergisi
23 Mayıs - 29 Mayıs 2015 Şehnaz Wells Resim Sergisi
30 Mayıs - 12 Haziran 2015 Mesut Eren Resim Sergisi
13 Haziran - 26 Haziran 2015 Sezon Finali 5




25 Nisan 2015 Cumartesi