Bir önceki
Vakitsiz Vakitlerim sergimde "yansımalar" kavramı ile izleyicilerime
sunduğum araştırmalarımda toplumun bütünlüğünü/parçalanamazlığını ifade etmiş,
temel olarak üç olguyu vurgulamıştım: benlik dürtüleri, bu benlik dürtüleri ile
oluşan insan şekillenmeleri ve bu şekillenmelerin saf gerçeği ve doğayı örtüp
tüketmeleri. Ayrıca, gördük ki toplum dediğimiz bu oluş içindeki bir parçayı
çıkarıp aldığınızda bütün matematiksel denge çöküşe uğramaktadır.
Bugün vardığım
noktada "bitişiklik ve etkisellik" şeklinde adlandırdığım bulgularım
olan somut objeler arasındaki asimetrik ilişkileri, uzay-zaman düzleminde
formüle edip bilinen adıyla "ağ teorisi" kapsamında görsel hafızaya
öneriler şeklinde sunabilmeye çalışmaktayım. Dolayısıyla izleyiciyi mekandan
koparıp varlığın ne olduğunu, saf uzay-zamanın yokluk realitesinde anlamın
nasıl doğduğunu ve fakat anlam doğuşuyla gerçeğin de bir o kadar nasıl
perdelendiğini ortaya koymaya çalışıyorum.
Canlı olmanın
getirdiği dürtüler uzayı ve zamanı parçalar. Dürtülerin etkileşimi ile oluşan
bu parçalanma, varoluşu düşünülebilir yani anlaşılır kılar ve insanı kendini
sorgulayan bir varlık haline getirir. Kendi penceremden görüp formüle ettiğim
ağ teorim ile bu sorgulamaya katkıda bulunmaktayım. Geliştirdiğim 'bitişiklik ve
etkisellik' önermemde, insanın, egolarla biçim bulan bir yapıyı bu
sorgulayıcılığına rağmen ironik bir şekilde yasallaştırarak "dizin"i
esnetip bozduğunu vurgulamaktayım.
Eserlerimde bu
anlatımı ters bakıştan hareket edip tümevarış bir metotla dile getirmekteyim.
Uzay-zamanı parçalayan dürtüleri simgeleyen uzuvlar birbirinden ayrıdır çünkü
izleyici gözünde birer beden halinde tezahür eden şey, aslen sadece birer
uzuvlar bileşkesidir. Diğer bir deyişle birey, tek bir motivasyon ile değil,
istek ve arzuların çeşitliliği ve kontrol edilemezliği ile karşı karşıyadır.
Birbirini
geliştirip destekleyen sıralı öğeler tablosu olarak günlük dile tercüme
edebileceğimiz 'dizin'in üyeleri yani bireyler, dizin üyeleri olmaları
sebebiyle kendilerine has misyonlara sahiptir. Ancak, bu misyonların
gerektirdiği davranışlar belli bir hareket alanına ihtiyaç duyar ve bireyler
birbirlerinden uzaklaşır, toplum dediğimiz oluşum ortaya çıkar.
Uzaklaşma, kimi
egolara alan açar. Egoyu besleyen arzular birey bilinci tarafından değil, bu
uzaklaşma sonucu oluşan boşluklar yani toplum içinde kendilerine bırakılan ya
da bırakılmayan boş alanların şekil ve miktarı tarafından kontrol edilir.
Gözlemlerimi resmedip yorumu izleyicilere bıraktığım gibi, bu duruma da
"dizin" adını veriyor ve bu kelimenin önüne eklenecek sıfatı
izleyiciye bırakıyorum.
Toplum içinde
bazen kalabalık ve kargaşa kesitleri sunan dizin üyesi bireylere ait kimi
uzuvların aşırı hareket halinde olup birey egosunu zirveye taşıdığı
görülebilir. Kimi bireylerde kimi uzuvlar ise körelmiş, yer bulamamış ya da
daha baskın olan bir başka birey uzvu tarafından yok edilmiştir, ezilmiştir.
Bunu bertaraf etmek adına ihtiyaç duyulan yeni alanları açmaya yeltenmek, bütün
dengeyi yani toplumu ortadan kaldırır çünkü mevcut hal çerçevesinde bireyler
aralarında dinamik bir "ağ" kurmuşlar ve birbirleri sayesinde işlev
görmektedirler. Bu zorunlu asimetrik bitişiklik ve etkisellik sonuçta saf
realiteyi, doğanın gerçekliğini örter ve tüketir.
Eserlerin
yaratımında, toplumsal baskı ve hoyratlıkları geometrileştirme arayışları
mevcuttur. Bu arayışlar sonucu obje kenarları halinde görüntü kazanan
matematiksel patlamalar daha önce hiç yapılmamış bir cüretle hesaplayıp
denediğim uygulamalardır. Gördüğüm toplum-birey yapılanmasını konstrüktif bir
anlayışla ve teknik bakımdan geleneksel bir tavırla resmederken, renk olarak
kabul edilmeyen beyazı vahşi bir şekilde uygulayarak, genel kanaatlerin ne
kadar aksi tarafında bir yerlere ulaşmış olduğumu iletmekte, önermem
kapsamındaki resimlerim.
Araştırmalarımın
yeni safhası, düşünsel zonların toplum üzerindeki etkilerinin bendeki tezahürü
olacak. Ruh ve düşün dünyası ile dürtüler arasında gözlemlediğim örtüşme
şekilleri üzerine tespitlerimi tuvallerimde hep birlikte müşahade edeceğiz.