24 Mart 2020 Salı
TAŞLARLA YOLCULUK
Taşların büyülü dünyasına
başlayan yolculuğum, deniz kenarındaki rengârenk taşların, dalgaların
danslarıyla oynaşması ile başladı sanırım. Derelerin ve denizin törpüleyerek
farklı şekillere soktuğu rengârenk taşların, suyun ıslaklığı ve güneşin
yansımasıyla göz alıcı renklere bürünmesini izlemek çocukluğumun zevkli
oyunlarından biriydi. Denizin, taşların, yosunların rengi ile oluşan bu renk
çeşitliliği, kokusu, yıllarca vazgeçemediğim tutkulardan birisi aslında. Sırf
bu anları yaşayabilmek için hala sahilde saatlerimi geçirebiliyorum.
Bu duyguları, Antakya Arkeoloji
Müzesi’nde farklı bir şekilde, bu sefer taşlardan oluşan resimlerde yaşamaya
başladığımda kaç yaşımdaydım hatırlamıyorum. Ama çocuktum. O renkli taşlar
devasa resimlere dönüşmüştü. Kimisi insan, kimisi balık, kimisi melek, kimisi
şeytan, kimisi mitoloji, kimisi hayvan… Daha yüzlerce figür, taşlarda vücut
bulmuş, Akdeniz’in mavi suların oynaşıp duruyorlardı sanki. Mozaik sanatıyla
karşılaşmıştım. Benim için büyülü bir şeydi bu. Elli yaşımı geçmeme ve Hatay’da
yaşamama rağmen fırsat buldukça o mozaikleri görmeye gitmek heyecanlandırıyor
beni. Böyle böyle sadece Antakya’daki mozaiklere değil, dünyanın neresinde
olursa olsun, mozaiklere bakmak, taşların büyülü dünyasını ustaların tasvirlerini
görmek vazgeçemediğim bir tutku oldu. Mehmet Aksoy’un, “Heykel taşın içinde
sanatçının onu ortaya çıkarmasını bekler.” diye bir sözü var. Bu sözü çok
severim. Mozaik sanatı da, dünyanın farklı yerlerinde oluşmuş taşları
birbirleriyle buluşturan sanatçılar sayesinde yeni anlatımlar buluyor. Her
taşın dünya üzerindeki yolculuğu, sanatçının atölyesinde başka taşlarla buluşmaları
ile başlıyor. Sanatçının mahir ellerinde başka başka taşlarla harmanlanarak, sanat
eserine dönüşüyor ve başka insanların dünyalarında yolculuklarına devam ediyor.
Mozaik, binlerce yıldır uygulanagelen bir sanat dalı. İlk
örnekleri deniz çakıllarından oluşuyor. Daha sonraki yıllarda kırılarak küp
haline getirilmiş taşlarla yapılmaya başlanıyor. Akdeniz havzasında bütün yerleşimlerde mozaik
örneklerine çokça rastlamak mümkün. Daha
sonraki yıllarda mozaik malzemeleri çeşitleniyor. Yapay malzemeler giriyor
devreye. Cam ve seramik gibi. Günümüzde parçalı olan her malzemeden mozaik
yapılıyor. Tahıllar, plastik malzeme, polyester, ahşap, beton ve aklınıza
gelebilecek parçalı her türlü malzeme, mozaik malzemesi olmuş durumda. Tabi,
sanal âlemi de bu işin dışında tutamayız. O âlemde de birçok hatırı sayılır
çalışma var. Kısaca mozaik sanatının gelişimi böyle. Tabii niyetim kimseye
bilgi yüklemek değil. Burada değinmek istediğim şey, biraz da başlangıçta benim
dikkatimi çeken malzemenin dayanıklılığı ve bin yıllara meydan okuyabilmesi.
Sanatta kalıcılığı önemsiyorum.
Kalıcı malzeme ile oluşturulmayan birçok güzel eser günümüze ulaşamadan
kaybolup gitmiş. İnsanlık yazıyı bulduğu, ilk resmi yaptığı günden beri çok
zaman aktı geçti. Biz yapılmış olanlardan kalıcı olanları bilebiliyoruz şimdi.
İnsan bellekli bir canlı. Belleği ne kadar genişse daha iyiyi, daha güzeli
bulması ve yaşamına katması kolaylaşıyor. İnsan, geçmişte yapılmış eserleri
özümserken sadece görseli görmüyor. Orada kendi insanlık yolculuğunun
tanıklarını da özümsüyor. Burada, başka bir olguya değinmenin tam da sırası.
Akdeniz coğrafyasında bu kadar çok mozaik eserinin belli bir dönemde patlama
yapmasının altında kölelik düzeni yatıyor. Teknoloji şimdiki kadar gelişmediği
halde, o taşların toplanması, kırılması, dizilmesi yoğun bir iş gününün olmasını
gerektiriyor. Bu da ne yazık ki kölelikle mümkün olmuş. Cemal Süreya’nın “Kan
var bütün kelimeleri altında.” demesi boşuna değil.
Benim Antakya Arkeoloji müzesinde
başlayan mozak yolculuğum, mozaik yapmaya başlamamla hala devam ediyor. Daha
çok Anadolu’nun çeşitli yerlerinden topladığım taşlar var yaptığım eserlerde.
Her renk taşın bulunduğu farklı coğrafyadan atölyeye getirilmesi, kırılıp
mozaik taşına dönüşmesi emek isteyen yoğun bir iş. Fakat asıl iş ondan sonra
başlıyor. Yan yana gelecek taşların birbiri ile uyumu, yapılan eserin güzelliğini
ortaya çıkarıyor. Bu hep söylenen “Toplum bir mozaik.” lafına benziyor çoğu
zaman. Tek renkten değil, farklı renklerden taşlar daha güzel mozaik eser
yapılmasına olanak sağlıyor. Bu tartışma götürmez bir gerçek.
Topladığım taşlarla, camlarla
uğraşıp dururken, ilk göz ağrım deniz taşlarını unutmayıp onları da katıverdim
mozaik serüvenimin içine. Denizin yıllarca oynayıp şekillendirdiği taşlarla
yeni formlar kurmaya başladım. Gittiğim bütün denizler atölyeme geldi
böylelikle. Sanatın bütünleyiciliği ile sanat eserlerine dönüşmeye başladılar
böylelikle. Bir ağacın yapraklarında buluştular kimi zaman, kimi zaman bir
insanın vücudunda halay çektiler. Konuşmaya başladılar bazen, adalet oldular
yollarda, bazen aşk oldular “O ağacın altı”nda. Bazen gemi oldular, bazen
çocuk. Bazen üzgün oldular, bazen sevinçli. Bazen özgür oldular, bazen mülteci.
Hep anlatıyorlar yaşamı. Biz binlerce yıldır yaşıyoruz dercesine. Nazım
Hikmet’in “Bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçesine.” şiirini yaşıyorlar
farklı renklerle aynı tuvalde buluşurken.
Mehmet Kına
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)