14 Mayıs 2012
Bazı ressamlar tanıyorum, Postmodernizm’in etkisine
kapılmış olacaklar ki, “ben, gönlümden geçtiği şekilde resim yaparım,” diyorlar
; sonuçta ortaya çıkan resim, o resmi yapan
ressamın gönlünün ekolüne ait oluyor! O
halde “gönül” nedir, ondan başlayalım. Gönül, soyut bir isimdir; yani, gönül denen
şeyi koklayamayız, göremeyiz, işitemeyiz, tadamayız ve ona dokunamayız. Türk Dil Kurumu’nun İnternet sitesindeki “Büyük
Sözlüğünde” gönül sözcüğü için: “1--Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb.
kalpte oluşan duyguların kaynağı; 2--(Geniş anlamda) duyguların, ruhsal
kıpırdanmaların, iç çabaların taşıyıcısı,” denmiş. Tabii, kalpte duygu oluşmaz; kalp, organik bir
nevi pompadır; duygu ve düşünceler beyinde oluşur; bu bakımdan, kalp ya da
yürek, burada, bir metafor olarak kullanılmıştır.
Ben,
bu tarifleri yetersiz bulduğum için, konuyu biraz daha incelemek
istiyorum. Önce, gönül sözcüğünün bazı kullanılış
biçimlerine göz atalım: bir işi gönüllü olarak yapmak, birisine gönül vermek, birinin
gönlünü çalmak, “gönül ferman dinlemez”, gönülden geçirmek, “gözden uzak olan,
gönülden de uzak olur,” gönülden bağlı olmak, gönlü zengin olmak, alçak gönüllü
(mütevazı) olmak. Tüm bu beyanlarda, gönül sözcüğüne romantik
bir anlam yüklendiğine tanık oluyoruz. Geniş
bir kapsamı olan bu sözcük, bir insanın diğer insanlarla, doğal ve insan-imalatı
olan şeylerle olan ilişkilerinde, o insanın heveslenmekle, beğenmekle,
sevmekle, özlemekle, alışmakla, anımsamakla, kıskanmakla, nefret etmekle, sadık
kalmakla, kin tutmakla, kızmakla, kısacası bu gibi davranışlarla ilgili tüm
tariflerinin bileşkesini ifade etmektedir.
İnsanlar, birbirlerinden farklı olduklarına göre,
“herhangibir insanın gönlü, diğer insanlarınkinden farklıdır,” diyebiliriz. En iyisinden tutun da en kötüsüne kadar bireyler
olduğuna göre, gönülleri de bu şekilde tanımlamak mümkündür. Kural tanımayan, cahil, bencil, sakıncalı
yanlış ve eksiklerle dolu gönüllerin “kaş yaparken göz çıkardıkları,”
çevrelerine her derecede zarar verdikleri insanlık tarihinde kayıtlıdır. O halde, her insanın, kendi gönlünü bir ömür
boyu incelemesinde ve onu daha bilge daha ince ve daha medeni hale getirmeye
çalışmasında yarar vardır, ressamlar ve diğer tür sanatçılar da dâhil. Unutmayalım ki cahilin gönlü bilge olamaz,
kabanın gönlü ince olamaz, zalimin gönlü müşfik olamaz, yalancının gönlü dürüst
olamaz, basitin gönlü kapsamlı olamaz, acelecinin gönlü sabırlı olamaz, vb.
Günümüzde, eline çekici alan marangoz,
tornavidayı alan elektrikçi, fırçayı ve boyayı alan da ressam olarak boy
gösterebiliyor; bunların hepsinin kendi çapında gönülleri var. Herkes kendi gönlüne göre resim yaparsa
ortaya sanat değeri olmayan
bir sürü resim çıkması kaçınılmazdır.
Ressam olabilmek için, insanın resim tekniğini yeteri kadar öğrenmesi,
resme ışık, enerji, renk, şekil, derinlik, ve anlam yüklemenin eğitimini alması
gerekir. Herhangibir insan, aklını,
elini, gözünü, ve iradesini resim sanatı konusunda yeteri kadar eğitmemişse, sadece
gönülden resim yapmasıyla ortaya sanat değeri olan görüntüler çıkması
beklenemez; tesadüfler hariç.
Sonuçta, insanların çoğunluğunun gönlü, “sanatçı
gönlü” değildir. Aklı (bellekteki
tariflerin ve bilginin tümü) daha değerliye doğru ilerleyenin gönlü de o yönde ilerler;
ama, bir gönlün hakiki bir sanatçı gönlü haline gelmesi, öncelikle, seçkin bir
DNA, geçerli ve güvenilir bir eğitim, ve uzun süreli bir uygulama ister.
Sezer
Aykan
Sanatlar
eleştirmeni, MAC
Görsel
Sanatlar İşletmecisi, MVAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder