Öznur Eren "Çoklukta Birlik" Resim Sergisi
Harmony Sanat Galerisi / Kuzguncuk
14 Mayıs - 14 Haziran 2016
ÖZNUR EREN RESİMLERİ ÜZERİNDEN ÇAĞRIŞIMLAR
Harmony Sanat Galerisi / Kuzguncuk
14 Mayıs - 14 Haziran 2016
ÖZNUR EREN RESİMLERİ ÜZERİNDEN ÇAĞRIŞIMLAR
Öznur Eren’in “Çoklukta Birlik”
adlı resim sergisi önce adıyla çeldi aklımı.
Bu “çelme” sözcüğünü hiç olumsuz anlamda kullanmıyorum. Her anlamda bombardımana maruz kaldığımız bir
dünyada, bize dokunan, ruhumuzu okşayan ve daha derinlerine inmemiz için bizi
yoluna davet eden türden bir “çelme” bu. Üstelik benim gibi sözcüklere vurgun
birini öncelikle kelimelerle etkilemesinden daha doğal ne olabilirdi ki?
İşte böyle bir etkileşimle
başladı Harmony Sanat Galerisi’ndeki sergisine yolculuğum. Öznur Eren aslında
daha öncesinde de tanıdığım bir ressamdı. Bir sis perdesi içinde ama yine de
görünür olmaktan korkmadan renkleri cesaretle kullanmasıyla, doğa ile insanı
ama özellikle kadınları bütünlemesiyle, toprağın ta derinlerine kök salan ulu
ağaçlarıyla ve de bütün zarafeti ve renkleriyle ayakları toprağa sapasağlam
basan tanrıça görünümlü dimdik kadınlarıyla kalmıştı aklımda Öznur Eren.
“Derdim bana derman imiş bilmedim,”
diyen Aşık Veysel’in dizesiyle gezdim sergiyi. Bir derdi vardı Öznur Eren’in,
işte bu derdini anlatma ve iyileşme yoluydu resim sanki onun için. Dünyaya
bakış açısını doğrudan bir mesaj verme kaygısı gütmeden en usta olduğu alan
olan resimle dile getiriyordu. Öznur Eren’in resim sanatıyla ilgili teknik
bilgisinin sınırına ya da sınırsızlığına dair bir şey söyleyecek sözüm olduğunu
düşünmüyorum. Ama bildiğini
sindirdiğine, özümsediğine ve bildiklerini bütün samimiyeti ve yaşanmışlığıyla
bize aktardığına dair bir kuşkum yok.
Aksi takdirde dokunabilir miydi yüreğime böyle?
Mevlana’nın fil hikâyesini
şimdiye uyarlayacak olursak, karanlık bir odada filin neresinden tutuyorlarsa
orası konusunda uzmanlaşan, ama filin bütününe dair fazla fikir sahibi olamayan
günümüz bilim ve sanat dünyasında, farklı alanlardan insanların ve dünyaların
birbirine dokunmasından daha anlamlı bir şey olabilir mi üstelik?
Sergiyi gezerken, sergi
kataloğunu da inceleme fırsatı buldum. Katalog içerisinde Charles
Baudelaire’in, sergiye de ismini veren ‘Çoklukta Birlik” adlı şiirini okuyunca
her şey daha bir anlam kazandı benim için.
“ÇOKLUKTA BİRLİK
Bir tapınaktır doğa, sütunları
canlı;
Anlaşılmaz sözler duyulur zaman
zaman.
Sembol ormanları içinden geçer
insan;
Tanıdık bakışlar süzer gibidir
sizi.
Bir derin, bir karanlık birlik
içinde,
Aydınlık kadar sonsuz, gece kadar
geniş,
Uzaktan söyleşen uzun yankılar
gibi,
Renkler, sesler, kokular karışır
birbirine.
Kokular vardır çocuk tenlerinden
taze;
Obua sesinden tatlı, çayır gibi
yeşil;
Kokular da vardır azgın, zengin,
gürül gürül.
İnsana sonsuz şeylerin tadını
veren,
Misk, amber, aselbent, buhur gibi
kokular,
Duyuları, düşünceyi alıp
götüren.”[1]
Baudelaire’in şiirindeki panteizm,
insanın ister istemez başka mistik felsefi anlayışlara gitmesine de kapı
aralıyordu. Örneğin 10. Yüzyılda Hallacı Mansur’dan başlayarak tasavvufu da
etkisi altına alan Vahdet-i Vücut düşüncesi bunlardan biriydi. Bütün bir doğayı
tek bir Bir’in parçası olarak gören ve insanın belli kapılardan geçerek
edindiği bilgisi ve güzel ahlakıyla Bir ile bir olacağını söyleyen bu anlayış,
aslında M.S. 3. Yüzyılda ortaya çıkan Yeni- Platonculuk içinde de vardı.
İşte ister
Çoklukta Birlik, ister Vahdet-i Vücut, ister Panteizm, isterse Yeni-
Platonculuk olsun, türlü türlü donlar (şekiller) altında, bir Bir’e ermek
istiyoruz aslında. Öznur Eren’in resimleri de bu çabanın bir ürünü. Bütün sanat eserlerinde olduğu gibi, Öznur
Eren’in resimleri de kendisi için bitmiş ve sergilenmiş olsalar da, bundan
sonra çokluk içerisinde alımlayıcılarıyla yeniden üretilmeye ve can kazanmaya
devam edeceklerdir.
Kıymet Erzincan Kına
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder