20 Mayıs 2012 Pazar

RESMİ, GÖNÜLDEN GEÇTİĞİ GİBİ Mİ YAPMALI?


 14 Mayıs 2012 

   Bazı ressamlar tanıyorum, Postmodernizm’in etkisine kapılmış olacaklar ki, “ben, gönlümden geçtiği şekilde resim yaparım,” diyorlar ;  sonuçta ortaya çıkan resim, o resmi yapan ressamın gönlünün ekolüne ait oluyor!  O halde “gönül” nedir, ondan başlayalım.  Gönül, soyut bir isimdir; yani, gönül denen şeyi koklayamayız, göremeyiz, işitemeyiz, tadamayız ve ona dokunamayız.  Türk Dil Kurumu’nun İnternet sitesindeki “Büyük Sözlüğünde” gönül sözcüğü için: “1--Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı; 2--(Geniş anlamda) duyguların, ruhsal kıpırdanmaların, iç çabaların taşıyıcısı,” denmiş.  Tabii, kalpte duygu oluşmaz; kalp, organik bir nevi pompadır; duygu ve düşünceler beyinde oluşur; bu bakımdan, kalp ya da yürek, burada, bir metafor olarak kullanılmıştır.   
      Ben, bu tarifleri yetersiz bulduğum için, konuyu biraz daha incelemek istiyorum.  Önce, gönül sözcüğünün bazı kullanılış biçimlerine göz atalım: bir işi gönüllü olarak yapmak, birisine gönül vermek, birinin gönlünü çalmak, “gönül ferman dinlemez”, gönülden geçirmek, “gözden uzak olan, gönülden de uzak olur,” gönülden bağlı olmak, gönlü zengin olmak, alçak gönüllü (mütevazı) olmak.    Tüm bu beyanlarda, gönül sözcüğüne romantik bir anlam yüklendiğine tanık oluyoruz.  Geniş bir kapsamı olan bu sözcük, bir insanın diğer insanlarla, doğal ve insan-imalatı olan şeylerle olan ilişkilerinde, o insanın heveslenmekle, beğenmekle, sevmekle, özlemekle, alışmakla, anımsamakla, kıskanmakla, nefret etmekle, sadık kalmakla, kin tutmakla, kızmakla, kısacası bu gibi davranışlarla ilgili tüm tariflerinin bileşkesini ifade etmektedir.
   İnsanlar, birbirlerinden farklı olduklarına göre, “herhangibir insanın gönlü, diğer insanlarınkinden farklıdır,” diyebiliriz.  En iyisinden tutun da en kötüsüne kadar bireyler olduğuna göre, gönülleri de bu şekilde tanımlamak mümkündür.  Kural tanımayan, cahil, bencil, sakıncalı yanlış ve eksiklerle dolu gönüllerin “kaş yaparken göz çıkardıkları,” çevrelerine her derecede zarar verdikleri insanlık tarihinde kayıtlıdır.  O halde, her insanın, kendi gönlünü bir ömür boyu incelemesinde ve onu daha bilge daha ince ve daha medeni hale getirmeye çalışmasında yarar vardır, ressamlar ve diğer tür  sanatçılar da dâhil.  Unutmayalım ki cahilin gönlü bilge olamaz, kabanın gönlü ince olamaz, zalimin gönlü müşfik olamaz, yalancının gönlü dürüst olamaz, basitin gönlü kapsamlı olamaz, acelecinin gönlü sabırlı olamaz, vb.
   Günümüzde, eline çekici alan marangoz, tornavidayı alan elektrikçi, fırçayı ve boyayı alan da ressam olarak boy gösterebiliyor; bunların hepsinin kendi çapında gönülleri var.  Herkes kendi gönlüne göre resim yaparsa ortaya sanat değeri olmayan bir sürü resim çıkması kaçınılmazdır.  Ressam olabilmek için, insanın resim tekniğini yeteri kadar öğrenmesi, resme ışık, enerji, renk, şekil, derinlik, ve anlam yüklemenin eğitimini alması gerekir.  Herhangibir insan, aklını, elini, gözünü, ve iradesini resim sanatı konusunda yeteri kadar eğitmemişse, sadece gönülden resim yapmasıyla ortaya sanat değeri olan görüntüler çıkması beklenemez; tesadüfler hariç. 
   Sonuçta, insanların çoğunluğunun gönlü, “sanatçı gönlü” değildir.  Aklı (bellekteki tariflerin ve bilginin tümü) daha değerliye doğru ilerleyenin gönlü de o yönde ilerler; ama, bir gönlün hakiki bir sanatçı gönlü haline gelmesi, öncelikle, seçkin bir DNA, geçerli ve güvenilir bir eğitim, ve uzun süreli bir uygulama ister.

Sezer Aykan
Sanatlar eleştirmeni, MAC
Görsel Sanatlar İşletmecisi, MVAM        
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder